Anne olduktan sonra , seviyorum . Peki neleri ?
-Mesela dağınık koltukları seviyorum. Yahya Kemal, daha az evvel üzerlerinde tepinmiş, minderlerini büyük bir keyifle yere sürükleyip fırlatmış, lekelenmesin diye serdiğim koltuk örtülerini kaldıramayıp, ucundan köşesinden çekiştirmiş.
-Kirli mama sandalyesini seviyorum. Muhtemelen kendi giriştiği yeme mücadelesinde, yemeğin yarısını mama sandalyesi ve yer arasında paylaştırmış, en iyi ihtimalle diğer yarısını mideye indirmiş.
-Koşarken kayıp düştüğünde çok fazla zarar görmesin diye sert zeminlere minderler serilmiş yerleri seviyorum.
-Kırılır endişesiyle ortalıktan kaldırdığım eşyalardan boşalan yerleri seviyorum. Hatta o kadar seviyorum ki o eşyaların bir çoğunu ya başkalarına verdim ya da çöpe attım.
-Her daim göz önünde olan kitaplarımı seviyorum. 1 yıl kadar evvelinde, okurken kenarını köşesini kırıştırır diye başkalarına vermeye kıyamadığım o kitapları, şimdi oğlumun eline veriyorum. Alışsın ve bir daha asla bırakmasın (İlk aylarda sayfaları koparıp yemeye çalışıyordu. Bu sebeple o günlerde koparılsa da pek bir şey kaybetmeyeceğim kitaplar verdim eline. 1 ay kadar bir zamandır kitaplara çok alıştığı için artık koparıp yemeye çalışmıyor, içini açıyor, kapağına bakıp bir şeyler anlatıyor).
-Parmak ve el izleriyle dolu camları-mobilyaları seviyorum. Hatta üzerinde , sert cisimlerin oluşturduğu derin çizikler olan sehpalarımı daha çok seviyorum. Her birinde yaşanmışlığın izleri var. Her biri ayrı ayrı 'bu evde hayat var' diyor insana.
-Mutfaktan salona, yatak odasına, banyoya dek her yere dağılmış tahta kaşıkları, tencere kapaklarını, ölçü kaplarını, kavanoz kapaklarını seviyorum. Çünkü onlarla oyalanırken, annesine biraz dinlenme fırsatı sunan birileri var.
-Kısacık kestiğim tırnaklarımı seviyorum. Bana, oraya sürtünmesin, buraya değmesin, kırılmasın, bükülmesin telaşı yaşatmayan ve bakıma muhtaç olmayan tırnaklarımı ;)
-Hatta alınmayan kaşlarımı seviyorum. Doğal ve sert bu yeni yüzümü seviyorum ( incecik ne de çirkinlermiş).
-Çimenleri, çiçekleri seviyorum. Önceden , ayağıma kıymık batar, böcek sokar korkusuyla gezinemediğim otlarda, oğlumun yuvarlanmasını seviyorum.
-Pek tabii oyun parklarını seviyorum. Çocuğu yoran, eve gelince uykunun dibine vurmasını sağlayan her türlü aktiviteyi seviyorum.
-Oğlum zarar görmesin diye meydandan kaldırdığımız eşyaların, aslında ne kadar gereksiz olduğunu farketmiş şu halimi seviyorum. Sadeliğin ne büyük rahatlık getirdiğini, ne kolay bir hayat vaadettiğini, insana ne çok pozitif enerji yüklediğini gören şu gözlerimi seviyorum.
-Açılmayan televizyonu seviyorum. Akşam 5'e dek kapalı duran, gündüz kuşağının apır-sapır, saçma-sapan bir ton deliliği beynimize işlemeye çalıştığı bu devirde, o düğmeye basası gelmeyen ruhumu seviyorum.
-Radyoyu seviyorum. Kısık bir edada çalıp, çıstak çıstak ötmeyen, hafif nidalarla duvarları dolduran o sesini seviyorum.
-Her gün değiştirildiği halde üzerinde yemek lekeleri olan ev giysilerimi bile seviyorum. 'Bugün, bunu kirletebilecek kadar dolu bir gün geçirmişim' dedirtebilen her bez parçasını seviyorum.
Peki neyi sevmiyorum ?
-Gösteriş için kurulmuş, parıl parıl parlayan, üzerinde bir yığın gereksiz aksesuar olan davet masalarını sevmiyorum. Kadife koltuklu, saten minderli , her yanı vazolu evleri sevmiyorum. Bu yüzden Yahya hareketlendiğinden beri öyle evlerin hiç birine gitmiyorum. Kendimi rahat hissedemediğim hiç bir eve girmiyorum. Çocuğuma 'elleme, cıss' denilen her mekandan uzak duruyorum.
-Adım atılamayacak kadar dar alanları sevmiyorum. Ne AVMlerde, ne bir başka yerde dar alanlardan uzak duruyorum. Yahya'nın gönlünce koşamadığı her yer, bana zindan geliyor.
-Çocuğumun, eline bir şey alıp gönlünce yiyemediği evleri sevmiyorum. Hele o daha ufak bakışlarıyla, o ekmeği eline vermemem gerektiğini ima eden kaş gözleri hiç sevmiyorum.
-Boş muhabbetleri sevmiyorum. Kimin ne giydiği, nerden kaça aldığı, hangi dizide kimin başına ne geldiği gibi dedikodulardan yoruluyorum.
-Dünyaya , yalnızca belli şeyler için gelindiği algısını sevmiyorum. 'gezmek için doğdum' , 'yemek için yaşıyorum' mantığını şiddetle reddediyorum. Kafa tasının içindeki beynin, bu kadar aciz şeyleri yaşamak için gereğinden fazla donanıma sahip olduğuna inanıyorum. Öyle bir donanım ki teoriler üretebilecek, devletler kurabilecekken , daracık bir hedef için yokedilebiliyor !
-Kalabalıkları sevmiyorum. Yaşam alanımı daraltan her türlü baskıdan, objeden, insandan, yığından, mağazadan, giysiden uzak duruyorum.
-Erken yatıp, erken kalkmayı seviyorum. Hatta sanırım en çok bunu seviyorum. Ne geceyi kaçırmış, ne günü kaybetmiş oluyorum. Benim, yıllardır kurduğum bu düzeni bozmayan oğlumu seviyorum :)
Erken yatmak demişken, uykusu gelmiş şu halimi seviyorum ama daha anlatacak onlarca şeyi varken bırakıp gidecek olan kendimi sevmiyorum. Zira ben rahatına düşkün insanım. Yazıyı tamamlamak yerine gidip yatmayı tercih ediyorum !
İlerleyen yazılarda Seviyorum, Sevmiyorum'lara yenilerini eklemeye devam edeceğim.
Meraktaysanız, takipte olmaya devam edin :)